Türkler Kayıp Mu Kıtasından mı Geliyor? ''Atatürk ve Kayıp Mu Kıtası Tezi''
Büyük Okyanus'ta yer alan ve 14 bin yıl önce batan efsanevi kıta 'MU'. Binlerce yıl öncesine dayanan mitlere göre, kıta üzerinde yaşayan 64 milyon insan esrarengiz bir şekilde sulara gömülmüştü. O kıta batmasaydı insanlık belki de bugün olduğu yerden çok ileri olacaktı. Peki neydi bu kıtanın esrarı?
Türkler Kayıp Mu Kıtasından mı Geliyor? ''Atatürk ve Kayıp Mu Kıtası Tezi''
Giriş Tarihi: 13.5.2018 01:04 Güncelleme Tarihi: 13.5.2018 07:11
Büyük Okyanus’ta yer alan ve 14 bin yıl önce batan efsanevi kıta “MU”. Binlerce yıl öncesine dayanan mitlere göre, kıta üzerinde yaşayan 64 milyon insan esrarengiz bir şekilde sulara gömülmüştü. O kıta batmasaydı insanlık belki de bugün olduğu yerden çok ileri olacaktı. Peki neydi bu kıtanın esrarı?
Bize öğretilen tarih bilimi yanılıyor mu? M.Ö 200.000 ile 70.000 arasında Büyük Okyanus'ta MU adında bir kıta var mıydı?1. ATATÜRK Kayıp Kıta MU'da Ne Aradı?
Bize öğretilen tarih bilimi yanılıyor mu? M.Ö 200.000 ile 70.000 arasında Büyük Okyanus'ta MU adında bir kıta var mıydı? Bu kıtanın Avustralya'dan birkaç misli büyük olduğu, yüksek bir medeniyete ulaştıktan sonra battığı doğru mu?
Atatürk bu kıtayla neden ilgilendi? Yoksa, Türklerin kökeni Büyük Okyanus'un derinliklerine kadar gidiyor mu?
2. Türkler'in Kökeni Nereye Kadar Gidiyor
Türklerin kökenini ortaya çıkarmak Atatürk'ün en büyük isteklerinden biriydi. Cumhuriyetin ilk yıllarından sonra, bu konuya büyük bir hassasiyetle eğildi.
Osmanlı imparatorluğu'nun son dönemlerinde Türkçülük akımları tarafından yapılan çalışmalar derlendi.
Atatürk'ün isteğiyle birçok bilim adamı ve araştırmacı bu alanda araştırmalar yaptı.
Yabancı bilim adamları davet edildi. 1930 Yılında türk tarih Kurumu kuruldu.
Çok zengin malzeme ve b ilgiler ortaya çıkarıldı. Yine de Türklerin nereden geldikleri tam olarak açıklığa kavuşmuş sayılmazdı.
3. Maya Dili İle Türkçe Arasındaki Benzerlik
1932 yılında emekli general Tahsin Bey Atatürk'ü ziyaret etti . Maya dili ile Türkçe arasında benzerlikler bulunduğundan bahsetti. Maya'lar Meksika'da yaşamışlar, türk'ler ise Orta Asya'dan gelmişlerdi. Aradaki uzaklığa rağmen Atatürk konu ile ilgilendi. Derhal Tahsin Bey'i Meksika'ya elçi olarak atadı. Ona iki dil ile arasındaki benzerlikleri ortaya çıkarma görevi verdi. Tahsin Bey Meksika'ya gitti, orada kendisine amerika'lı arkeolog William Niven'ın bulduğu tabletlerden bahsetiler.
Maya dilinin kökünün bu tabletlerde olduğu anlaşılmıştı. Türkçe ile Maya dili arasındaki benzerlikler bu tabletlerde aranmalıydı.
Amerikalı arkeloğun ortaya çıkarmış olduğu tabletler Tahsin Bey'i şaşkına çevirdi. Eğer bunlar doğruysa, bilinen tarih ve bilim tamamıyla yanılıyor demekti. Çünkü tabletler M.Ö 200.000 ile 70.000 arasında Büyük Okyanus'ta yer almış olan bir kıtayı haber veriyordu...
4. Mu Kıtası Ortaya Çıkarılıyor
Bu kıtanın adı Mu'ydu. Avustralya'dan birkaç misli büyüktü, yüksek bir medeniyete ulaştıktan sonra, bir deprem ve tufan sonucu battığı sanılıyordu. Acaba Türklerin kökeni de bu kıtadan göç edenlere mi dayanıyordu?
Hindistan'daki Tabletler
Tahsin Bey konuyla ilgilendikçe, karşısına yeni bilgiler çıkıyordu. Bu kez kendisine İngiliz albayı James Churchward'ın Hindistanda bulduğu tabletlerden bahsettiler. Bunlar da kayıp kıta Mu ile ilgiliydi.
Churchward 50 yılı aşkın çalışmalar neticesi ile bu tabletleri çözmüştü ve bu konu hakkında 5 kitap yayımlamıştı.
60 Kişilik Tercüme Heyeti
Tahsin Bey öğrendikerini ve ortaya çıkardıklarını Atatürk'e raporlar halinde sundu. Atatürk konuya büyük ilgi duymaya devam ediyordu. Churchward'ın Mu ile ilgili kitapları getirtildi. Atatürk derhal emir verdi. 60 kişilik bir tercüme heyeti , Churchward'ın 4 kitabını türkçeye çevirdi. Fakat kitaplar basılmadı, daktilo edilmiş metinler halinde Atatürk'ün önüne kondu.
5. Kayıp Kıta Mu İle İlgili Belgeler
Kayıp Kıta Mu İle İlgili Belgeler'in 130-131. Sayfalarına kendi el yazısı ile not düşen Atatürk Mu dilinin Türkçe ile bağlantısını araştırdı.
Tercüme edilen metinleri Atatürk'ün büyük bir dikkatle okuduğu biliniyor.
Atatürk , insanın yaratılışını anlatan ilgili bölümlerle ilgilenmişti.
Mu'nun insanlığın anayurdu olduğunu,nüfusunun 64 milyona kadar çıktığını, ilk insanın orda yaratıldığını anlatan satırların altını çizmişti.
Atatürk , Mu'da geçen Tanrı kavramıylada ilgilenmiş, yaratıcının insan aklıyla anlaşılamayacağını, şekillendirelemeyeceği ve adlandıralımayacağı üzerinde de durmuştu.
Tercümelerde Maya dilinin yeryüzünün ana dilinden gelmiş olduğu, tüm dillerin orada doğduklarını ve anadilin Mu dili olduğunu belirten bölümlerin altı, Atatürk tarafından çizilmişti...
6. Atatürk'ün Mu Kökenli Kelimeleri Öz Türkçe İle Karşılaştırarak Aldığı Notlar
Irkların Kökeni
Atatürk'ü ilgilendiren bir diğer bölüm, ırkların kökeniyle ilgiliydi. Anadoludaki ilk insanlar olan Karyanlar'ın asıl vatanlarının, Büyük Okyanus'taki Easter Adası olduğunu anlatan bölüm yine Atatürk tarafından işaretlenmişti.
Mu'nun batışını anlatan bölümde , Mu halkının " Ya Mu Bizi Kurtar " diye bağırmalarını işaretlemiş ve altına " Demek ki Mu bir ilahtır" notunu düşmüştü.
Türkçe ile Mu Dili Karşılaştırılıyor
Birçok Mu kökenli özel isim ve sıfatları, Atatürk öztürkçe ile karşılaştırmış, notlar almış.
Örneğin; Tarlaların tanrısı anlamına gelen "Bal" kelimesinin yanına "Balağmak (anlamı: Toprağı kazmak,çukur açmak)" Notunu almış.
Ruhların memleketi Kui cümlesinin yanına " kötü ailedir" diye yazmıştır.
Bu tür kelime notları hayli fazladır. Bir yerde Mu'nun demokrasi ile yönetildiğini, güneş enerjisinin aydınlatmada kullanıldığını anlatan satırları çizmiş ve bunlar gibi daha yüzlerce satır , cumhuriyetimizin kurucusu tarafından çizilmiş, işaretlenmiş, sayfa yanlarına notlar alınmıştır. İncelendiğinde görülüyor ki , Atatürk'ü önce Türklerin kökeni ve Mu dilinin türkçe ile bağlantısı ilgilendirmiş. Sonra inançların ve Mu'nun yönetim şeklinin üzerinde durmuş. Üçüncü kitaptaysa çok geniş anlatılan Mu sembollerini, Atatürk Latin Alfabesiyle karşılaştırmış.
8. Mu Medeniyet'inin Yönetim Şekline Ait Bilgilerin Yanındaki Atatürk'ün Notu
Kitaplar Basılmamıştır
Atatürk , James Churchward'ın iki kitabıyla özellikle ilgilenmişti ; Kayıp Mu Kıtası ve Mu'nun Çocukları, bu iki kitap, Anıtkabir kitaplığında 1301 ve 1302 no ile kayıtlıdır.
Kitaplardan çıkarılan, daktilo ile yazılmış çeviri metinleri ise yine Anıtkabir kitaplığında 4 dosya halinde bulunmaktadır...
Gerek Churchward'ın kitapları, gerekse, Tahsin Bey'in çalışmaları basılıp yayınlandığı zaman, belki Atatürk'ün düşüncelerini daha iyi algılayabiliriz.
Aksi taktirde bu eserler de Anıtkabir'in sessizliğinde uyumaya devam edecektir.
(Bu çalışma; araştırma, kitap, ansiklopedi ve internet vasıtayı ile yapılmıştır)
Kayıp kıta "mu" yine su yüzüne çıktı!
Birçok büyük medeniyetin kaynağı olarak iddia edilen Mu kıtası efsanesi zaman zaman karşımıza çıkar. Efsaneye göre Mu, kimine göre Atlantik kimine göreyse Pasifik okyanusunda batan bir kıtadır. Ve büyük medeniyetler buradan kurtulanlar tarafından kurulmuştur. Ama bu iddialar arkeolojik, genetik ve jeolojik verilerle çelişmektedir
MU KITASI
Mu kıtası tezi, çeşitli kültürlerde ortaya çıkan ortak sembol, mimari ve anlatıları açıklamak için 19. yüzyılda ortaya atılan bir iddiadır.
Mu kıtası tezinin amacı, çok farklı gözüken medeniyetler arasındaki bu tarz benzerlikleri açıklamak işte.
Mu kıtası fikrini ilk ortaya atan kişi Amerikalı fotoğrafçı ve amatör arkeolog Augustus Le Plongeon'dur.
Le Plongeon, Yukatan'daki Maya harabelerini incelerken burada Mayalar'ın aslında Antik Mısır'dan bile eski bir medeniyet olduğunu ifade eden bazı yazılar bulduğunu söylemiştir. Le Plongeon bu bilgi ve bir Maya metni olan Madrid Codex'inin hatalı bir okumasında bulunan 'Mu' kelimesinden hareketle, Mu'nun Atlantik Okyanusu'nda batan bir kıta olduğunu iddia etmiştir.
ÜSTÜN IRK!
İddiaya göre bu kıtada çok gelişmiş bir medeniyet yaşamaktaydı. Bu kıtanın batmasından sonra, söz konusu medeniyetten sağ kalan bir grup, Amerika kıtasına geçip burada Maya medeniyetini kurmuş, Kraliçe Moo'yu izleyen bir başka grup ise Kuzey Afrika'ya geçerek burada Antik Mısır medeniyetinin tohumlarını atmıştı.
Le Plongeon'un zihnindeki Mu kıtası aslında Atlantis'ten başka bir yer değildi. Le Plongeon'un tezi kendi zamanında da bilim çevreleri tarafından fazla ilgi görmemişti.
Mu kıtasını ünlü eden ve onu Atlantis'ten ayıran İngiliz okült yazarı ve mühendis James Churchward (1851-1936) olmuştu.
O, Le Plongeon'dan farklı olarak iddialarını Mayalara değil, Hindistan'a bağlıyordu. Bundan dolayı Mu kıtasını Atlantis'ten ayırıyor ve Pasifik Okyanusu'na yerleştiriyordu.
Churchward, Hindistan'dayken bazı yüksek rütbeli din adamları ile tanıştığını ve bu din adamlarının sadece kendisi ve iki başka kişinin okuyabildiği antik bir dilde yazılmış kil tabletlere sahip olduğunu iddia etmişti. Ona göre bu tabletler insanların ilk ortaya çıktığı, Pasifik'te Mu isimli bir kıtadan bahsediyordu.
MU İDDİASININ SORUNLARI
Daha sonra başka tabletlerde yaptığı araştırmalara da atıfla Churchward, bu kıtada M.Ö. 50 bin ile M.Ö. 12 bin yılları arasında Naakal isimli çok gelişmiş bir medeniyetin yaşadığını iddia etmiştir.
Ona göre kıta yok olmadan önce burada devasa şehirler vardı ve kıtanın nüfusu 64 milyonu buluyordu. M.Ö. 12 bin yılları civarında Mu kıtası, devasa bir volkanın patlaması sonucunda oluşan büyük depremler sonucunda bir gün içinde okyanusun dibine çökmüştü.
Naakal, bizden daha üstün bir 'beyaz ırktı.' Hindistan'dan Orta Amerika'ya, Antik Mısır'dan Babilliler'e tüm büyük medeniyetlerin kökeni bu kıtaydı. Türkler ile Mayalar arasında bağ kuranlar da genelde Türklerin kökeninin Mu kıtası olduğunu söylerler.
MU KITASI DİYE BİR KITA GERÇEKTEN VAR OLMUŞ MUDUR?
Peki, Mu kıtası diye bir kıta gerçekten var olmuş mudur? Bu kıta, medeniyetlerin kesişim yeri midir? Mu kıtası ve büyük medeniyetlerin ondan doğduğu tezi çeşitli açılardan sorunludur.
Birincisi, bu tez arkeolojik verilerle çelişir. Arkeolojik veriler, eski dünya medeniyetleri ile yeni dünya medeniyetlerinin bağımsız bir şekilde geliştiğine işaret etmektedir.
Tarım ve şehirleşme büyük ihtimalle bundan 10 bin yıl önce Anadolu'da ortaya çıkmış ve yavaş bir süreçle dünyaya yayılmıştı. Tarımcılığın gelişiminin yavaş ve evrimsel bir yol izlediği iddiası, bir süper medeniyetten türediği iddiasına nazaran arkeolojik verilerle daha uyumludur. Ayrıca bütün büyük medeniyetlerin, tek bir ortak medeniyetten türediği iddiası genetik araştırmaları ile de uyumlu değildir.
Büyük Okyanus'ta devasa bir kıtanın bir ya da birkaç günde battığı iddiası jeoloji bilimi açısından da sorun yaşar. Yarım asırdır başarılı öngörülerde bulunan ve jeolojinin genel kabulü olan Plaka Tektoniği kuramına göre kıtalar hafif sial kayalardan oluşur.
DEVASA KITA BATTI MI?
Bu kayalar daha ağır olan sima kayaları üstünde yüzer. Denizlerde fazla sial kayalar yoktur, orada yerkabuğu birkaç kilometre kalınlıktayken, bu kıtalar için onlarca kilometreyi bulur.
Buzdağlarının, deniz üstünde yüzdüğü gibi kıtalar da sima üstünde yüzer. Bundan dolayı, kıtalar bir anda deniz altına çökemezler. Mu kıtasının batmak yerine parçalara ayrıldığı iddia edilebilir. Ancak bu da bir günde olabilecek bir şey değildir, milyonlarca yıl alır.
Sonuç olarak ne Pasifik'te ne de Atlantik'te medeniyetlerin doğuş yeri olan Mu diye bir kıta olduğu iddiası temelsizdir. Bu iddia hem arkeolojik, hem genetik, hem de jeolojik verilerle çelişmektedir.
Türkler Kayıp Mu Kıtasından mı Geliyor? ''Atatürk ve Kayıp Mu Kıtası Tezi''
Büyük Okyanus’ta yer alan ve 14 bin yıl önce batan efsanevi kıta “MU”. Binlerce yıl öncesine dayanan mitlere göre, kıta üzerinde yaşayan 64 milyon insan esrarengiz bir şekilde sulara gömülmüştü.
O kıta batmasaydı insanlık belki de bugün olduğu yerden çok ileri olacaktı. Peki neydi bu kıtanın esrarı?
Efsanevi ada üzerinde dört ayrı ırk, tek tanrılı bir din, sembolizme dayalı bir öğretim sistemi ve gelişmiş bir uygarlık yaşadığına dair ilk iddianın sahibi James Churchward.
Ne mi diyordu James Churchward? Churchward’ın adayla ilgili en önemli iddiası yeryüzünde insanın ilk ortaya çıktığı yer olmasıydı.
Yine bu iddiaya göre, Yeni Zelanda ve Hawaii de birdenbire ortadan kaybolan bu esrarengiz kıtanın parçaları. Peki neden yok oldu bu koca kıta?
Varsayımlara göre, kıtanın altında yer alan gaz odacıklarının patlamalara yol açması nedeniyle, kıta milyonlarca kişiyle birlikte sulara gömüldü.
Şimdiye kadar ortaya atılan tüm bu iddialar ve Pasifik Okyanusu’nda bir kıtanın varlığı konusundaki görüş, çeşitli belge ve bulgular mevcut olmakla birlikte, henüz arkeologlar arasında yaygınlık kazanmamış bir görüş veya bir varsayım olmaktan öteye gidememiştir.
Çin’e ve çevre adalara kaçanların kitabelerinde kıtamız battı, biz de buraya kaçtık yazmaktadır. Bu yazılı kayalar 14 bin yıllıktır, c14 karbon testleriyle sabittir. Türkler’in de Mu Kıtasından geldiği söylentileri de varsayım olarak eklenmiştir.
Mu Kıtası, Türkiye’nin ilk cumhurbaşkanı M. Kemal Atatürk’ün talimatıyla kurulan bir ekip tarafından araştırılmıştır.
Deniz dibinde bulunan kalıntılara Karbon testleri yapılmıştır.
Yaklaşık 50 yıl boyunca 20’den fazla ülkeye giderek mu uygarlığı hakkında veri toplayan James Churchward’un ve mu varsayımını destekleyenlerin mu uygarlığı hakkındaki görüşleri kısaca şöyle özetlenebilir:
Yeryüzünde insanın ilk ortaya çıktığı kıta Mu kıtasıdır.
Mu kıtası kuzeyden güneye 3000 mil, doğudan batıya 5000 mil kadar uzanan, üç kara parçasından oluşan büyük bir kıtaydı.
Günümüzde Polinezya, Mikronezya ve Melanezya takımadalarını oluşturan adalar, muhtemelen bu kıtadan arta kalan kara parçalarıdır.
Bu kıta, kıtanın altında yer alan gaz odacıklarının patlamalara yol açması nedeniyle, yaklaşık 12.000 yıl önce 64 milyon nüfusuyla birlikte sulara gömülmüştür.
Bu kıtada 70.000 yıl önce tek tanrılı bir din bulunuyordu. Aynı tarihlerde Mu’lular diğer kıtalarda koloniler oluşturmaya başlamışlardı ki, anavatan dışındaki en büyük imparatorluk, başkenti günümüzde Gobi Çölü’nün uzandığı bölgede bulunan Uygur İmparatorluğu’ydu.
Mu dininin öğretimini “Naakaller” adı verilen rahipler üstlenmişlerdi ve sembolizme dayalı bir öğretimleri vardı.
Mu dininin esası, Tanrı’nın tek oluşuna ve ruhsal gelişim için sürekli olarak tekrar doğmak inanışına dayanıyordu.
Atlantis’teki din Mu’nun tek tanrılı dininden başka bir şey değildir.
“Ra” sözcüğü güneş anlamına gelirdi ki, daire ile ifade edilen güneş sembolü, bir ad ve sıfat vermek istemedikleri, “o” diye hitap ettikleri tek Tanrı’yı simgelemede kullanılırdı; Mu imparatoru da “Mu’nun güneşi” anlamında ra-mu adıyla ifade edilirdi. “Ra” sözcüğü sonradan diğer kıtalara ve Atlantis yoluyla Mısır’a da taşınmıştır.
Dört ırktan oluşan Mu’lularda yazı dilleri farklı olmakla birlikte, konuşma dilleri ortaktı..
Mu’lular günümüz uygarlığına kıyasla manevi alanlarda çok daha ileriydiler.
Telepati, durugörü, çift bedenlenme, astral seyahat gibi, uygarlığımızda ancak kimi medyumlarda ve mistiklerde görülebilen olağanüstü yetenekler mu’lularda olağan yetenekler olarak mevcuttu.
Mu uygarlığının en önemli çöküş nedeni, teşevvüş adı verilen, bir aşamadan diğerine geçilirken yaşanan kargaşa dönemini atlatamamasıdır.
Genelde bu iddiaların herhangi birini destekleyecek arkeolojik veya antropolojik bulgu bulunmamaktadır. Mu dinine, kolonilerine (örneğin uygur imparatorluğu kolonisi fikri) ve Mu kıtasının nasıl battığına ilişkin iddialar ‘Mu’ varsayımını savunanlar arasında da genel geçer kabul görmemiştir ve farklı düşünceler mevcuttur.
ATATÜRK’ÜN ‘MU’ KITASI’NA İLGİSİ
Yıllar öncesinde Atatürk’ü epey heyecanlandıran bir araştırma Türkiye’de ortaya çıkabilmek için yıllarca beklemek zorunda kalmıştır. Türk tarihinin ve coğrafyasının araştırılmasını isteyen Atatürk, ilkel diller uzmanı ve tarihçi-diplomat Tahsin Mayatepek’i görevlendirmiş ve ömrünün son yıllarında ilginç kaynaklara ulaşmıştır.
Mayapetek’in raporunda Güney Amerika uygarlıklarından Maya uygarlığının dil ve kültürleriyle Anadolu ve Orta Asya kültürleri arasındaki benzerlik dikkat çekiciydi.
Süreci inceleyip Atatürk’e raporlar halinde iletmesi için 1935’de Meksika’ya maslahatgüzar atandı ve Arkeolog William Niven’in Meksika’da yaptığı kazılarda bulduğu yaklaşık 15 bin yıl öncesine ait tabletlerin deşifrelerinden ve ardından James Churchward’ın Hindistan’da bulduğu benzer tabletlerin çevrilerinden Atatürk’ü haberdar etti.
Sağlığının bozuk olmasına rağmen Atatürk, Türkiye’ye getirilen kitaplarla çok ilgilendi ve hızlıca çevirilerini yaptırıp, bizzat kendisi geceler boyu okuyup üzerlerinde notlar aldı.
Halen Anıtkabir’de bir kısmı sergilenen kitaplar ancak 2000’li yıllarda Türkçe’ye çevrilebildi.
Günümüzde bile bilimselliği hala tartışılan adres, ‘MU’ kıtasından başka bir yer değildi. ‘Mu’ kıtası üç büyük kara parçasından oluşuyordu, günümüzde küçük adacıkların olduğu bölgede dört ayrı ırk, tek tanrılı bir din, sembolizme dayalı bir öğretim sistemi ve gelişmiş bir uygarlık mevcuttu.
Kıtadaki uygarlık devam ederken Asya’da ve diğer kıtalarda koloniler kurmuşlardı. Bu kolonilerden bir tanesi de Uygurlardı.
Azımsanmayacak sayıda bilim adamına, mevcut ve geçmiş medeniyetlerdeki pek çok ortak noktanın kaynağının Mu kıtası olduğunu düşündüren kanıtlar ciddiye alınmayacak gibi değil. Sadece yazılı kaynakların değil, imgelere ve simgelere dayanan kültürel tarihin de incelenmesi bugünkü geçmiş tarih bilgimizin değişmesini sağlayacaktır. Buzul çağından önce yani, günümüzden 30.000 ile 15.000 yıl öncesi göçlerle oluşan Maya, Aztek, İnka kültürlerinin incelenmesi, efsanelerinin tekrar gözden geçirilmesi bakış açımızı mutlaka değiştirecektir.